Sıkça Sorulan Sorular

Soru 1: İnsanlar neden nezle olur gibi kanser olmaya başladı?

 

İnsanda direnç sistemini oluşturan bir gıda rejimi vardır. Yani insanların vücutlarında direnci artıracak olan gıdaları almaları ve bu şekilde beslenmeleri gerekir. Bazı besinler vardır ki, insan vücudu bunları kesinlikle kendisi üretemez. Mutlaka dışarıdan alınması gerekir. Dışarıdan alınması gereken bu besinler yeteri kadar alınmadığı zaman vücut direnç sistemi oluşmaz. Omega yağ asitleri diye tanımlanan ve yağların içerisinde bulunan asitler bu tür besinlerin başında gelir. Bu asitleri, özellikle omega 6 ve omega 3’ü insan vücudu kendisi üretemez. Bunlar vücut direnç, kalp damar, üreme sistemlerinin, hatta beyin hücrelerinin oluşmasına çok ciddi katkıda bulunan, sinir liflerini ciddi olarak destekleyen besinlerdir. Bunlar alınmadığı ya da yeterince alınmadığı zaman insanlardaki direnç sistemi çökmeye başlar. Çökmüş olan direnç sistemi vücudu gerektiği gibi koruyamaz. "Nezle olur gibi kanser olunuyor” deyimini kullanmak zorunda kalırsınız.

Soru 2: Neden omega yağ asitlerine ihtiyaç duyuyoruz?

İnsan vücudu aldığı besinleri tanıyacak bir (benzetme yapmak gerekirse) chip’e sahiptir. Vücut önceden tanıyıp sınıflandırdığı, nerede kullanacağını bildiği besinleri aldığı oksijenle yakıyor, enerjiye çeviriyor. Ancak, alınan besinler vücudumuza işlenirken insan vücudunun tanımadığı, daha önceden bilmediği, nereye yerleştireceğini kestiremediği bir sürü madde ortaya çıkıyor. Bunlara serbest radikaller veya oksidanlar (yani vücudu paslandıran şeyler) deniliyor. İnsan vücudunun bunları (oksidanları, paslandırıcıları) temizlemesi (vücuttan atması) gerekiyor. İnsan vücudunun bunu (oksidanları) temizlemesi için mutlaka antioksidanlar (yani güçlü omega yağ asitleri) alması gerekiyor.

Soru 3: Kanser oluşumu nasıl gerçekleşiyor?

Vücuda alındıktan sonra vücudun tanımadığı, vücutta serseri mayın gibi dolaşan bu serbest radikaller (vücudun tanımadığı, nerede kullanacağını bilmediği şeyler) en sonunda vücutta nereyi zayıf bulurlarsa orada yerleşirler. Bir süre sonra orada bir koloni oluştururlar. Koloni büyüdükten sonra da hareket eder, vücudun başka bölümlerine geçerler. Bu tür serbest radikallerin, oksidanların oluşturduğu koloniler genellikle vücudun en zayıf yerlerine, prostat, meme ve akciğerlere, yumuşak dokuların veya sünger dokuların olduğu yerlere yerleşirler. Buradan daha sonra başka yerlere atlarlar. Bunun adına da tıp dilinde metastaz denilir. İnsanların, vücudundan bu serbest radikalleri, oksidanları alıp süpürecek, dışarı atacak gıda desteklerine gereksinimleri vardır. Vücut gerekli gıda desteğini aldığında bu oluşumlara karşı ciddi bir mücadele verebiliyor. Eğer besinler alınamazsa maalesef mücadele veremiyor.

Soru 4: Neden serbest radikaller günümüzde bu kadar arttı?

Aslında geçmişte, serbest radikaller (oksidanlar) bu kadar çok yoktu ya da vücutta birikmiyordu. Çünkü insanlar bu besinlerle beraber antioksidan kapasitesi, yani radikalleri süpürme kapasitesi olan doğal gıdaları alıyorlardı. Örneğin özgür dolaşan tavukların yumurtasını yiyor, özgür dolaşan hayvanların sütünü içiyorlardı. Onlarda da omega 3, omega 6 vardı. Ama şimdi kapalı alanlarda hareketsiz beslenen hayvanların ürünlerinde bunlar ilave olarak katılmadıkça yeterince olduğundan bahsedilemiyor.

Soru 5: Raf ömrünün uzaması ve aşırı rafine etmenin sonuçları

Nüfus artışı, nüfusun kentlerde yoğunlaşması, gıda ürünlerinin üretim ve dağıtımında sanayileşmeyi zorunlu hale getirdi. Bu durumun doğal sonucu olan paketlenmiş gıdalar da bu konuda yeni sorunlar yarattı. Bir gıdanın raf ömrü uzadıkça içerisine koruyucu kimyasallar katılıyor demektir. Vücudun tanımadığı şeyler büyük ölçüde raf ömrünü uzatmaya yarayan katkı maddeleri ve/veya koruyucu maddelerdir. Ayrıca, son zamanlarda, aşırı rafine etme merakı yüzünden gıdaların içerisindeki besleyici unsurların tamamı neredeyse yok ediliyor. Katkılı gıdalar nedeniyle insanlardaki direnç sistemi veya sindirim sistemi oluştuğu gibi ya da bilindiği gibi işlememeye başlıyor. Bütün bunların hepsi vücutta zayıflamaya, serbest radikallerin giderek daha fazla artmasına neden oluyor.

Soru 6: Serbest radikal, oksidan, antioksidanlar: Vücudun çöpçüleri omega yağ asitlerine neden ihtiyacımız var?

Fonksiyonel gıda, antioksidan, oksidan, serbest radikal kavramları çok sık kullanılmaya başlandı. Bunlar birbirine benzeyen kavramlar olduğu için bir sistematik içerisinde ortaya konulması gerekiyor. İnsanlar bir besini aldıkları zaman bunu vücutlarında oksijenle yakarlar. Yandığı andan itibaren de vücut tanıyabildiği bütün unsurları alır, enerjiye dönüştürür, değişik yerlerde kullanır. Fakat bu arada vücudun tanımadığı, nerede, nasıl kullanacağını, nereye yerleştireceğini bilmediği oksidan (paslandırıcı, okside eden) unsurlar da ortaya çıkar. Bunların belirli yerlerde gelip koloni oluşturmaları, çoğalmaları, vücudun başka yerlerine atlamaları damar tıkanıklıklarından kansere kadar giden bir sürü hastalığa sebep olur. Her türlü teorik ve bilimsel tanımı bir yana bıraktığımızda, normal bir gıda alındıktan, vücutta hazmedildikten sonra vücudun kullanamadığı ve oksidan olarak ortaya çıkan, vücut için zararlı unsurların (biz serbest radikaller diyelim) mutlaka vücuttan dışarı atılması gerekir. İşte bunları vücuttan dışarı atacak olan unsurlara da antioksidan denir. Antioksidanı, eline süpürgeyi almış, oksidanları süpüren bir çöpçü gibi düşünün. Vücudun (antioksidan) çöpçüleri omega yağ asitleri ve omega yağ asitlerinin içerisinde bulunduğu besin desteklerindeki antioksidan kapasitedir. Eğer oksidanlar temizlenmezse vücut için ciddi bir tehlike ortaya çıkar.

Soru 7: Fonksiyonel gıda ne demektir?

Oksidan, antioksidan kavramından sonra, antioksidanları nelerden alacağız sorusu akla geliyor. Antioksidan aslında doğal (katkısız, koruyucusuz, taze, genleriyle oynanmamış, aşırı rafinasyonla değersiz hale gelmemiş, mevsiminde tüketilen) besinlerde mevcut. Bazı besinler hem insanları besleyen, hem de aynı zamanda tedavi edici özellikleri olan besinlerdir. Hem insanları besleyen, hem de tedavi edici özellikleri olan besinlere fonksiyonel gıda denilir. Fonksiyonel gıdalar antioksidan kapasitesiyle temizler, tedavi eder, ilaç gibi etki eder. Bu gıdalar yeterince, düzenli kullanıldığı zaman insanların, ilaçlara ve başka tedavilere bu kadar fazla gereksinimi de olmaz. Ancak çağdaş yaşam özellikle de kentlerin örgütlenme biçimleri, insanlara tüketim malzemelerini ulaştırma biçimleri besinlerin bu özelliklerini büyük bir hızla yok ediyor. Besinleri uzun süre saklayabilmek için zorunlu olarak içerisine kimyasallar katılıyor, raf ömrünü artırmak için, mikroplardan, zararlı maddelerden arındırmak maksadıyla rafine ediliyor. Aşırı rafine etme ve raf ömrünü uzatma çabası, antioksidan kapasitenin, yiyeceklerin besin değerlerinin yok edilmesine, geriye çok değersiz ürünlerin tüketiciye sunulmasına kadar gidiyor.

Bu ifadelerimle yanlış anlaşılmak istemem: bahsettiğimiz durum üreticilerin kar kaygısı, kötü yönetim vb. durumlarından kaynaklanmıyor. Kentlerde yoğunlaşmış bu büyüklükteki nüfuslara düzenli besin sağlayabilmenin, mevcut teknoloji ile zorunlu yolları ne yazık ki bu sonucu yaratıyor.

Soru 8: Neden yağ tüketmeliyiz?

Yağ insan beslenmesinde ve insan yaşamında inanılmaz derecede önemli olan bir unsurdur. Dünya gıda örgütünün çalışmalarına göre bir insanın bulunduğu coğrafyaya göre alması gereken bir yağ oranı var. İnsan günlük enerjisinin, bu kutuplardan ekvatora doğru değişiyor, kutuplarda yüzde 80’ine, ekvatorda yüzde 10’una yakın kısmını yağlardan sağlamak zorundadır.

Türkiye’nin bulunduğu coğrafi konuma bakarsanız bizim yağdan karşılamamız gereken enerji aşağı yukarı toplam enerjimizin yüzde 35’ine denk geliyor. Bunu sağlayabilmek için de her insanın günde ortalama olarak 85 gram civarında yağ kullanması gerekiyor. Günde 85 gramdan hesaplarsanız eğer, Türkiye’de yılda kişi başı 30 kilogram civarında yağ tüketilmesi gerekiyor. Ancak bu yağın kesinlikle doymamış yağ asitleri açısından zengin olan yağlardan olması gerekiyor.

Soru 9: Doymuş yağ – Doymamış yağ?

Bir tavayı düşünün, içerisinde yağ ısıtıyor, sonra kaldırıyorsunuz. Bir süre sonra tavadaki yağ donmuşsa, bunun doymuş yağ (oda sıcaklığında katı kalmaya devam eden yağlar) olduğunu anlarız. Eğer ısıttıktan sonra da yağ hala sıvı ve akışkanlığını koruyorsa, ona da doymamış yağ (oda sıcaklığında sıvı kalan yağlar) diyebiliriz. İnsanların gereksinim duyduğu omega yağ asitleri çok büyük ölçüde doymamış yağlar içerisinde vardır. İnsanlar bunları kullanmak zorundadır. Doymuş yağlar tüketildiğinde vücuda aynen tavaya sıvandığı gibi sıvanır. Damarları tıkayan, vücudun belirli yerlerinde biriken yağlar da onlardır. İçerisinde omega yağ asitleri yoktur.

 

Soru 10: Ne kadar yağ tüketmeliyiz?

 

Ülkemizde ortalama bir yetişkinin, yılda 30 kilogram yağ (doymamış) tüketmesi gerekirken 17 kilogram civarında yağ tüketildiğini görüyoruz. Bu 17 kilogram yağın içerisinde de sabun yapılan yağlar da kızartma yağları da, yani her türlü yağ var. Yeterince doymamış yağ alınamazsa vücut, yağ ile yapılan işlevleri de yerine getirememe riskiyle karşı karşıya kalır.

 

Soru 11: Neden asabiyim?

 

Vücuttaki bir çok organ büyük ölçüde yağla beslenir, desteklenir. Örneğin beynin çok büyük miktarda yağ içerdiğini unutmamak gerekiyor. Hatta son zamanlardaki bazı bilimsel araştırmalarda, insanın beslenmesiyle depresif tavırlar göstermesi arasında ciddi ilişkiler görülmüş. Yani doğru dürüst beslenmeyen, yeteri kadar yağ almayan insanlar depresif tavırlar sergilemeye başlamışlar. Eğer dengeli beslenilmezse, omega yağ asitlerini içeren doymamış yağlarla beslenilmezse, yılda ortalama 30 kilogram tüketilmesi gerekirken, yeteri kadar tüketilmezse o zaman dengesiz, agresif, ne yaptığını pek fazla bilmeyen, oradan oraya koşan, sadece rafine gıdalardan aldığı enerjiyi tüketmeye çalışan insanlara dönüşülür. Dikkat ederseniz burada hiç ilaçtan, tedaviden falan bahsetmiyoruz. İnsanın doğal beslenmesi, beslenmesi sırasında gereksinim duyulan destek gıdalarının ne olduğundan bahsediyoruz. Doymamış yağlar yeteri kadar alınmadığı zaman ortaya çıkan sorunlar insan gelişiminden tutun da, zeka düzeyini belirleyecek kadar önemlidir. Eğer doymamış yağlar yeterince alınmazsa karşılaşılacak sağlık problemleri inanılmaz derecede yüksek olacaktır ve giderek artacaktır.

 

Soru 12: Az yağ (!) şişmanlatabilir mi?

 

Üç nokta önemli: Doymuş yağlardan kaçınacaksınız, doymamış yağlar kullanacaksınız, omega yağ asitlerini vücut kendisi üretemediği için mutlaka dışarıdan alacaksınız. Omega yağ asitleri vücuttaki besinlerin yakılmasına yardımcı olur, dengeli bir şekilde yaşamın sürmesine destek olur. Dolayısıyla kilo aldırmaları diye bir şeyden bahsedilemez. Tam tersine, yeterince almadığınız zaman kilo alırsınız. Yağın niteliğine (doymuş/doymamış-içeriğine-elde edilme şekline) bakmak, özellikle de bu yağ dengesine çok dikkat etmek gerekiyor.

 

Soru 13: Omega 3 ve Omega 6’yı dengeli almak neden önemli?

 

Vücudun kesinlikle dışarıdan alması gereken, başka hiçbir yerden alamadığı, mutlaka yağlardan alması gereken iki tane önemli olan omega yağ asidi, omega 3 ve omega 6’dır. Bunlara teknik olarak linoleik asit ve linolenik asit denilir. Her ikisinin işlevleri çok farklıdır. Örneğin Omega 6 kanın pıhtılaşmasını, Omega 3 kanın akışkanlığını sağlar. Bunları bir denge içerisinde almazsanız vücudunuzdaki dengeyi bozmuş olursunuz. Fazla omega 6 alırsanız akışkanlık, hiç almazsanız kanın pıhtılaşması zorlaşır. Çok fazla omega 3 alırsanız, bir kanama halinde kanı durduramazsınız. Bütün bu hususlar dengeli beslenme zorunluluğunu gündeme getirir. Mevcut koşullarda dengeli beslenebilmek adeta mucize olduğundan bu gıda destek ürünlerini mutlaka almak zorundasınız.

 

Soru 14: Ne kadar Omega 3, ne kadar omega 6 almalıyım?

 

Bununla ilgili olarak dünya gıda örgütünün yaptığı araştırmalar çok net ipuçları veriyor. Bunun ideal bileşiminin beşe bir olduğu ifade ediliyor (Türkiye’de bazı araştırmacılar bunu 1’e 2 oranında olması gerektiğini ifade ediyorlar). Yani 5 gram omega 6 alıyorsanız, bir gram da omega 3 alacaksınız. Dünya gıda örgütünün tanımlamış olduğu bu ideal dengeyi (1/5) taşıyan gıdalar (ruşeym yağı bunlardan biridir) var.

 

Soru 15: Zeytinyağı tüketiyorum, sağlıklı besleniyorum denilebilir mi?

 

Gündelik tüketilen zeytinyağı, ayçiçek yağı, pamuk yağı vb. yağlardan, günlük beslenme düzeni içerisinde Omega 6 daha kolay alınabilmektedir. Ancak, yeterince Omega 3 alınmazsa, alınan Omega 6 da vücutta yarar sağlamamakta hatta bazı yazarlara göre vücuda zarar verir hale gelebilmektedir. Bu nedenle doymamış (zeytinyağı vb) yağları yeterince tüketiyorum diye yanılgıya düşmemek ve mutlaka Omega 3 alarak dengelemek gerekir. Buğday ruşeymi yağı, keten tohumu yağı zengin omega 3 kaynaklarıdır.

 

 

 

 

Soru 16: Gıda desteği olarak kullanacağımız yağlar nasıl elde edilmelidir?

 

Fonksiyonel meyvelerin çekirdekleriyle fonksiyonel meyve veya besin olarak adlandırılacak tohumlardan elde edilen yağların elde edilmesinde genellikle üç tane yöntem kullanılır. Bunlardan en eski olan yöntem,soğuk pres denilen, sıkma yöntemidir. Bu şekilde sıkılan ürünlerden elde edilen ürünün saf olduğu, kaliteli olduğu söylenir. Küçük ölçekli, uzun zamanda yapılacak üretimler için bu değerlendirme doğrudur. Ancak, daha kısa zamanda, daha çok üretim yapabilmek için geliştirilen teknoloji bu sıkma yöntemini o kadar değiştirmiştir ki (sonsuz vida yöntemi gibi), bazen bu ürünleri sıkan makinelerin sıcaklığı yüz derecelere çıkar. Bu durumda artık bir soğuk presten bahsetmek mümkün değildir. Bu şekilde yapılan üretim sonucu karmakarışık, katı bir takım ürünler çıkar. Bunların süzülmesi, deodorize, vinterize, hatta rafine edilmesi, yani 385 derece sıcaklıkta, inerto ortamda kaynatılması gerekir. Dolayısıyla soğuk presle elde edilen yağların da mahsurları olabileceğini, besin değerlerini büyük ölçüde yitirebileceklerini, sıkılan maddedeki tüm yararlı unsur ve bileşenleri almakta başarısız olabileceğini kabul etmek gerekir.

 

Diğer yöntem, şu anda dünyada en yaygın olarak kullanılan yöntem, solvent ekstraksiyonudur. Yani kimyasal çözücüler kullanarak yağ elde etmektir. En fazla kullanılan kimyasal çözücü de maalesef çok tehlikeli bir kimyasal olan hekzandır. Hekzanın içerisine yatırdığınız her şeyi hekzanda eritirsiniz. Sonra hekzanın uçurulup geriye yağın kaldığı söylenir. Fakat çok kaliteli bile olmuş olsa ki onlar çok pahalıdır, genellikle çok fazla kullanılmaz, hekzan tamamen uçmaz. Hekzan kalıntısı kalmış bu yağlar sağlık açısından tehlikelidir. Kansorejen olduğu belirtilmektedir. Yani insanın gıda desteği alırken başka bir belayla karşı karşıya gelme olasılığı yüksektir.

 

Bu iki tane yöntemin sakıncaları göz önünde bulundurularak bir üçüncü yöntem son yıllarda büyük bir ivme kazandı, çok gelişti. O da süperkritik akışkanlarla (atmosferik gazlarla) ekstraksiyon.

 

Soru 17: Dünyanın en yeni, ileri, güvenli, "Süperkritik Akışkanlarla (Atmosferik Gazlarla) Ekstraksiyon Yöntemi” nedir?

 

Atmosferde bulunan (soluduğumuz) gazlar çok yüksek basınçlarda sıvı hale geliyor. Bu sıvı hale getirilmiş olan gazları (karbondioksit) yağı çıkarılacak maddelerin üstüne bastığınız zaman onun içerisindeki bileşenleri, yağları çözüp alıyor. Başka bir tanka geliyor, o tankın içerisindeki basınç yeniden düşürülüyor. Daha önceden sıkıştırıldığı için sıvı hale gelen gaz basınç düşünce yeniden gaz formuna (nefes verdiğimizde havaya verdiğimiz karbondiokside) dönüşüyor, uçup gidiyor. Geriye çok saf, yüzde yüz doğal, hiçbir katkı maddesi taşımayan bir ürün kalıyor. Şu anda dünya, başta Amerika ve Almanya olmak üzere, pahalı ve nadir olmasına karşın hızla bu yönteme doğru gitmeye başladı. Şu anda Türkiye’de de böyle bir yöntemi kullanarak üretim yapan bir işletme (Tabia, Doğal Destek A.Ş.) var.

 

Soru 18: Meyve ve tohumların organik olması gıda destekleri açısından değerlerini düşürür ya da artırır mı?

 

Elbette ki organik ürünler daha değerlidir. Çünkü hormon, ilaç kullanılmadan doğal ortamlarında yetiştirilmişlerdir. Organik tarım, besinlere hiç katkıda bulunmadan ne kadar yetiştirilebiliyorsa o kadar ürün almak anlamına gelir. İnsanlığın ulaşmış olduğu sayıyı düşündüğünüz andan itibaren insanların daha fazla gıdaya gereksinim duyduğunu da gözardı edemezsiniz. Hem yeteri kadar üreteceksiniz, hem de insanlara zarar verdirmeyeceksiniz. Bunun yöntemi de iyi tarımdır. İyi tarımı, toprağın, ürünün cinsine, mevsimine göre, yeterince, gerektiği kadar gübre ilaç kullanılarak yapılan tarım olarak tanımlayabiliriz. İyi tarım yöntemiyle elde edilmiş gıdalar da değerlidir. İçerisinde kimyasal kalıntılar taşımaz. Dolayısıyla yağı çıkarılacak tohum ve çekirdeklerin, iyi tarım yöntemiyle üretildiği ve içerisinde pestisit (gıdalarda istenmeyen hayvan ve bitkileri öldürmek için kullanılan ilaç, kimyasal vb. maddeler) veya herhangi bir kimyasal madde taşımadığını, insana zararlı bir takım kalıntılar taşımadığını mutlaka üretimden önce ölçmeniz gerekir.

 

Organik gıdalardan elde edilen yağlar veya iyi tarımla elde edilen yağlardan bahsetmek yerine, bu yağlar elde edilmeden önce, yağ elde edilecek hammaddenin içerisinde insana zararlı kalıntılar taşıyorlar mı, bu kalıntılar zararlı boyutlara ulaşmış mı diye ölçen işletmelerin üretimlerini aramak gerekir. Düzgün işletmeler ürettikleri ürünün hammaddesinde pestisit, kalıntı vesaire olup olmadığını (ISO belgesi sahibi işletmelerin hepsi) hammadde girdiği andan itibaren kontrol etmek zorundadırlar. Daha sonra fabrikada üretim sırasında ürüne herhangi bir şeyin karışmamış olması gerekir. Bunun için ISO 9001, ISO 22000 belgelerine sahip olunması, ayrıca da iyi üretim sertifikalarının (Good Manifacturing Practices: GMP’lerinin) olması gerekir. Dolayısıyla eğer bir işletme ISO belgelerine sahipse, GMP kurallarına göre üretim yapıyorsa, o hammaddenin içerisinde kalıntı, pestisit, vesaire olup olmadığını araştırarak üretimini yapıyorsa o üretim kalitelidir. Organik olmuş olsa bile bu kurallara uymadan yapılan bir üretimden çıkan ürünün değerli olduğunu söylemek mümkün değildir. İyi tarım kurallarına uygun olarak yapılmış olan üretimler iyi bir işletmede değerlendiriliyorsa değerlidir.

 

Soru 19: Besin desteklerini öneriyor olmak alternatif tıp ya da tedavi anlamına gelir mi?

 

Kesinlikle gelmez. Besin destekleri insan vücudunun hasta olmaması için, doğru dürüst beslenmesi halinde bir çok etkiye karşı kendisini koruyabilmesi için önerilir. Besin destekleri insanı hasta olmadan yaşatabilmenin yollarıdır. Bunu şöyle bir örnekle açıklayalım. Uzak doğu kültüründe çok büyük ölçüde hastalığı önleyici önlemler ciddi bir politika halindedir. Batı da ise daha ziyade hastalık tedavi edilmeye çalışılır. Gıda destekleri vücudunuzun normal bir yaşam sürmesi için, organların çocukluktan itibaren doğru dürüst oluşması için, beynin işlevlerini her şeyiyle beraber görebilecek bir boyuta ulaşmasını sağlamak için alınması gereken şeyler bütünüdür. Geçmişte insanlarımız özgür dolaşan tavukların yumurtasını yiyor, özgür dolaşan hayvanların sütünü içiyor ve bu doğal besinlerden ihtiyaç duyduğu tüm vitamin, mineral vb. maddeleri alıyor ve ayrıca besin desteklerine ihtiyaç duyulmuyordu. Şimdilerde aldığımız gıdalardan vücudun ihtiyaç duyduğu maddeleri tam olarak alamıyor olduğumuz için besin desteklerine ihtiyaç duyuyoruz. Bu nedenle omega yağ asitleri vb. maddeleri içeren doymamış yağlar ilaç veya tedavi değil, gıda desteği olarak alınmalıdır. Bu yağlar insanları dışarıdan gelebilecek belalara karşı korumak üzere vücutlarını güçlendirmektedir.

 

 

Soru 20: Kafkas ırklarının uzun ömürlülüklerinin sırrı nedir?

 

Kafkas halkının hareketliliği, neşesi, her yaştaki sosyalliği, iyi hava, doğal gıda, iyi su, kefir, buğday çimi, kişniş otu, yemek pişirme (uzun uzun bakırlarda) usulleri, yemek yeme adetleri (akşam hafif yeme, şekerin az tüketilmesi) ilk etapta akla gelen, sağlıklı, uzun yaşama katkıda bulunan hususlar olarak zikredilebilir.

 

Aslında Kafkas ırklarının uzun ömürlülüğüne etki eden tek bir bitkiden veya faktörden bahsedilmez. Ancak özellikle kullandıkları ve masalarından ve evlerinden eksik etmedikleri birkaç üründen bahsedilir. Bunların başında buğday çimi gelir. Buğday çimi aslında buğday ruşeyminin çok daha ilkel şekilde elde edilmesidir. Buğday, ruşeymden çimlenir dolayısıyla çim, ruşeymin içerisindeki bütün bileşenleri alarak yükselir. Çünkü tanesine onların hepsini taşıyacaktır. Kafkaslarda evlerin her birinde küçük kasalarda buğday çimi yetiştirilir. Buğday çimleri belirli aralıklarla kesilir, ezilir, sütle karıştırılır ve içilir. Buğday ruşeymi yağına alternatiftir ama buğday ruşeymi yağı içeriği açısından buğday çiminden çok daha güçlüdür.

 

Soru 21: Buğday ruşeyminin mucizesi nedir?

 

Aslında insanların temel besin maddelerinden olan buğdayın üç bölümü vardır. Bunlardan biri dış kabuğu, ikinci kısmı genellikle nişasta içeren beyaz kısmı, en dibinde de tırnağınızla bile alabileceğiniz buğdayın çimlendiği nokta, Anadolu’da buğdayın cücüğü denilen embriyosudur. Buğdayın beslenmeyle ilgili bütün temel içerikleri bu buğdayın cücüğü, embriyosu denilen ruşeyminde olur. Buğdayın bütün besleyici nitelikleri ruşeymindedir. Omega 3, omega 6, omega 9, E vitamini. E vitaminine özellikle parmak basmak gerekiyor. Buğday ruşeymindeki E vitamini 300 üniteden daha fazladır. Bu oran balık yağında bulunan E vitamininden fazladır. Ayrıca, ruşeym B vitamini türevleri, B1, B2, B6, B12 zenginidir. Bütün bunların hepsi aslında insanın dışarıdan alması gereken ve insan vücudunun yapamadığı besin unsurlarıdır. O nedenle buğday ruşeymi çok değerlidir. Buğdayın ruşeyminden sonra geri kalan kısımda sadece şeker ve nişasta vardır. Buğday ruşeymi bir insanın beslenmesinde gereksinim duyduğu temel unsurları çok büyük ölçüde taşır ve buğdayın da sadece yüzde 3’ünü oluşturur.

 

Soru 22: Ruşeymi alınmış buğdayla beslenme çocuk sahibi olmayı zorlaştırıyor denilebilir mi ?

 

Hürriyet Gazetesinin değerli köşe yazarı Vahap Munyar’ın bir makalesinin başlığı, "Ruşeymi alınmış buğdayla üç çocuk sahibi olunmaz.” şeklinde idi. Elimizde istatistiki bir veri yok ancak kişisel gözlemim odur ki tedavi olarak çocuk sahibi olan, olmaya çalışan çift sayısında bariz bir artış var. Aldığımız gıdalar, bu gıdalardan normalde almamız gereken vitamin, mineral, yağ asitleri vb. maddeleri alamıyor oluşumuz üreme sistemlerine de (kadında yumurta, erkekte spermlerin sayı ve gücüne) etki ediyor gibi görünüyor.

 

Soru 23: Anadolu’da eskiden neden sarılık hastalığı görülmezdi?

 

Kesinlikle ruşeymli ekmekle veya ruşeymli buğdayla beslenmenin her yanıyla olumlu etkisinin olduğu bugün kabul ediliyor. Özellikle karaciğer enzimlerinin düzeltilmesinde, vücut direnç sisteminin güçlendirilmesinde buğday ruşeymiyle beslenmenin etkili olduğu yapılmış bilimsel deneylerle ortaya konuluyor. O nedenle eğer hastalıklarla karşı karşıya kalınmaması isteniyorsa insanların buğday ruşeymiyle ve buğday ruşeyminden elde edilmiş besin destekleriyle beslenmesi çok büyük önem taşır. Sürekli olarak bir gıda destek ürünü olduğunu, kullanılması halinde belirli hastalıkların, doğru ve düzgün beslenmenin sonucu olarak önlenebileceğini söylüyoruz. Yıllarca Anadolu’da sarılık gibi hastalıkların son zamanlardaki kadar görünmemesini buğday ruşeymine bağlamak yanlış olmayabilir.

 

Soru 24: Doğum çatlaklarına ne iyi gelir?

 

Buğday ruşeyminin yağının, hem içsel yani gıda desteği olarak, hem de kozmetik amaçlı olarak kullanılmasında sınır yoktur. Buğday ruşeymi özellikle egzamalı, soyulan, güneşten yanmış kavrulmuş olan ciltlerde oldukça önemli işlevler görür. Doğum çatlaklarına iyi gelir. Duştan sonra sürdüğünüzde bir süre sonra vücutta tamamen emildiğini görürsünüz.

 

Soru 25: Buğday ruşeymi yağı hepatit, MS gibi hastalıkları önlüyor mu?

 

Buğday ruşeymi yağı yapısı itibariyle içerdiği omega yağ asitleri, A, E, B vitamini türevleriyle çok ciddi anlamda vücut immün (bağışıklık) sistemini güçlendiren bir üründür. Sayılan hastalıkların hepsi, hepatit, MS, karaciğerle ilgili olarak bazı enzim bozuklukları vücut direncinin düşmesi nedeniyle ortaya çıkabilen hastalıklar olarak sayılır. Yani vücut direnci düştüğü zaman bu tür hastalıkların görülme olasılığı çok fazladır. O zaman teorik olarak vücut immün (bağışıklık, direnç) sistemini güçlendirmek suretiyle bu hastalıkları önlemek ya da olumsuz etkilerini hafifletmek mümkün olabilir. Bu bilimsel araştırmalarla da kanıtlanmış bir olaydır. Klinik deneylerle de ortaya konulacağına inanıyoruz. Eğer insanlar geçmişte binlerce yılda hep tam buğdayla beslenerek sağlıklı bir yaşam sürdürmüşlerse, üremişlerse, buğdayla beslenmenin bir zararı görülmemişse aşırı olmadığı sürece, buğday ruşeyminin yağıyla da beslenmek çok ciddi bir besin desteğidir.

 

Soru 26: 1 ton buğdaydan kaç kilo ruşeym yağı elde edilir?

 

Aslında buğday ruşeyminin yağının değerini bu sorunun yanıtı verir. Çünkü buğday ruşeymi buğdayın sadece %3’ünü oluşturur. Yani 100 kilogram buğdayda 3 kilogram ruşeym vardır. Dolayısıyla bir ton buğdayda sadece 30 kilogram ruşeym vardır. 30 kilogram ruşeymden de sadece 1,5 kilogram yağ çıkar. O da süper kritik teknolojiyle çıkar. Süzdüğünüz zaman da bir kilogram net yağ kalır. Çünkü onu süzmek lazım, sabun yapacağınız unsurları vesaireyi ayırdığınız zaman geriye 1 kilogram kalır. Demek ki bir ton buğdaydan elde edilen ruşeym yağı sadece 1 kilogramdır. Bu 1 kilogram yağ buğday ruşeyminin tüm değerlerini barındırır.

 

Soru 27: Çörek otu yağı neye yarıyor?

 

Çörek otunun, mevcut haliyle hazmedilmesi oldukça zordur. İçerisinde 103 bileşeni nedeniyle, mucizevi bitki olarak tanınır. Birçok alanda kullanılır ama nasıl kullanılacağı konusu çok önemlidir. Örneğin olduğu gibi alındığında midede eritilmesi kolay değildir. O nedenle, dövülmüş çörek otu yenmeye çalışılır veya pastaların, çöreklerin üzerine serpilir, aromasından yararlanılır. Ama çörek otunun içindeki tüm yararlı bileşenlerden faydalanabilmek için ileri bir teknolojiyle yağının alınması gerekir. Yani süper kritik akışkanlarla çörek otu yağı tam saflıkla çıkartılırsa, işte o çörek otu yağı inanılmaz işlevler görmeye başlar.

 

Çörekotu yağı immün (bağışıklık) sistemin güçlendirilmesinde çok etkilidir. İmmün sistemini güçlendirirken başka işlevler de görür. Çörek otu yağı mikrop öldürücüdür, yani anti-septiktir. O nedenle bizi beslerken yaraları, ödemleri de iyileştirir. Ağızdan itibaren işlev gördüğü söylenir. Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre diş minelerindeki çatlakları da onardığı gözlemlenmiştir. Diyelim ki reflünüz var, yemek borunuzda tam mideyle birleştiği yerlerde yaralarınız var, çörek otu onları iyileştirmek için çaba sarf eder. Alkol alanlarda oluşmuş mide tahrişlerinin, mide ülser yaralarının tedavisinde işlev görür. Damarlarıngenişletilmesini sağlar. Özellikle de alerjik astımı olan insanların bu konudaki sıkıntılarına inanılmaz yardımcı olur.

 

Yani öyle bir besin desteği düşünün ki, hem sizin immün sisteminizi güçlendirecek, hem omega yağ asitleri taşıyacak, hem de bu arada etrafta ne var ne yoksa onları tamir ede ede gidecek. O nedenle çörek otu bir mucizedir.

 

Soru 28: Yağ yakan yağ ne demektir?

 

Çörek otu yağı besin desteği olarak işlevini en fazla insülin direncinin kırılmasında gösterir. Çörek otunun insülin direncini kırabildiğine ilişkin çok sayıda araştırma vardır. İnsülin direncinin kırılması yağların veya şekerin yakılması anlamına gelir. İnsülin direncini kırdığı andan itibaren de, beldeki yağların erimesi (yağ yakan yağ) gibi sonuçlar görülmeye başlanır. İnsülin direncini kırarak şekeri düşürdüğü için aynı zamanda şeker hastası olup da insülin alanların ikisini beraber alırken dozajına çok dikkat etmeleri gerekir. Onun dışında herhangi bir yan etkisi görülmemiştir.

 

Peygamberimizin hadisidir, der ki: "Çörek otunu kullanın, ölümden başka her derde devadır.”.

 

Çörek otu yağı gerçek bir mucizedir ve saf çörek otu yağı herkesin zannettiği gibi siyah değil, yeşilimsi, sarımsı bir renktedir.

 

Soru 29: Buğday ruşeymi ve çörekotu yağını çocuklar da kullanabilir mi?

 

Çocuklar da ekmek yediklerine, çocukların da immün (bağışıklık) sisteminin gelişmesine gerek olduğu üzere, hele özellikle çocukların da hücre yapılarının oluşması gerektiğine göre, elbette ki bunları kullanabilirler. Burada sadece dozaj farklılığı vardır. Yaş ve kiloya göre düzenlenmiş dozajlara göre kullanırlar. Hatta burada özellikle daha yeni doğmuş bebekler de dahil olmak üzere, damlayla kullanmak koşuluyla kesin olarak bunlarla beslenebilirler.

 

Soru 30: Parmak çocuk nasıl büyüdü?

 

Bizim ailemizde bir örneğimiz var, erken ve 750 gr doğan bir yeğenimiz neredeyse hayatından umut kesildiği bir aşamada buğday ruşeymi ve çörek otu damlalarıyla beslenerek bugün inanılmaz yakışıklı, boylu poslu bir delikanlı oldu çıktı.

 

 

 

Soru 31: Neden Mısır Piramitlerinde mumyaların yanına, Anadolu’da ölenin göz kapakları üzerine çörekotu konulurdu?

 

Bu örnekler çörek otuna verilen değeri ve çörek otunun değerinin binlerce yıldır değişik kavimlerce farkında olunduğunu gösteriyor. Çörek otu, Anadolu’da bildiğimiz kadarıyla öldükten sonra göz kapaklarının üzerine konulur. Yine, bu konuda tam bir fikir birliği olmasa da en hassas organ olan gözleri koruyacağına inanılır. Halen, İslam Türk geleneğinde, bugün de ölenleri defin için kefenlerken üzerine çörekotu serpilir.

 

Mısır Piramitlerinde öbür tarafta da kullanabilsin diye mumyaların yanına konuluyormuş. Er ya da geç oradaki insanlar yeniden dirildiklerinde ekip kullansınlar diye oraya koyarlarmış. Binlerce yıl sonra piramitlerin içinde bulunan çörek otları yeniden çimlenme yeteneğini kaybetmediği için yetiştirilebildi. Her tohumun içerisinde sürekliliği sağlamak için, yaşamı sağlamak için hücre suyu denen su bulunur. O su, çekirdeğin binlerce yıl canlı kalmasını sağlayabilmektedir. Çörek otunun dış kabuğu ne kadar sağlam vaziyettedir ki hücresini binlerce yıl koruyabilmiştir.

 

Bu söylentileri anlatmak ve nesilden nesile aktarmak bile hoş bir olaydır. Hiç değilse bunları konuşup, "evet bunun değeri vardır”ı unutmamak için önemli hikâyelerdir.

 

Soru 32: Kanser tedavisi (kemoterapi-radyo terapi) sonrası vücudu nasıl güçlendirelim?

 

Kanser tedavisi sırasında (ki başka bazı hastalıkların tedavisinde de ) vücudun bağışıklık sistemi adeta çökertilip, tedavi edici ilaçlar uygulanmaktadır. Bu ilaçların kullanımı bittikten sonra (tedavi tamamlandığında) vücudun bağışıklık sistemini, direnç mekanizmalarını tekrar kuvvetlendirebilmek için ruşeym yağı ve çörek oto yağının çok yararlı olduğunu aile içi gözlemlerimize dayanarak çok rahat ifade edebiliyorum.

 

Soru 33: Kanser tedavisi sırasında deride yanık ve yaraya karşı ne iyi geldi?

 

Kanser tedavisi sırasında uygulanan ilaç ve yöntemler nedeniyle hastaların vücutlarında (derilerinde) yanıklar, yaralar oluşabilmektedir. Vücuda sürülen ruşeym yağının vücudu bu tür etkilere karşı koruduğunu, yanık ve yaraların ya hiç oluşmadığını ya da iyileştiğini gözlemledik.

 

Soru 34: Yoğun bakım sırasında oluşan ağız yaralarına ne iyi geldi?

 

Yoğun bakım sırasında hastaların solunum sistemlerini destekleyebilmek için çoğu zaman ağızdan bağlanan aparatlarla oksijen verilmektedir. Ağızdan yapılan müdahale ve tedaviler sırasında hastaların ağızlarında yaralar oluşabilmektedir. Hastanın ağzına çörekotu yağının krem gibi sürülmesi neticesinde yaraların hızla iyileştiği gözlemlenmiştir.

 

Soru 35: "Yiyemeyeceğiniz ürünleri yüzünüze de sürmeyin”

 

İnsan vücudu, ya ağızdan, ya deriden beslenir. Ağızdan aldığınız besinler için hassasiyet gösteriyorsanız, ki göstermelisiniz, antioksidan kapasitesine, doğal olmasına, içerisinde kimyasal kalıntı olanları yememeye dikkat ediyorsanız o zaman aynı hassasiyeti cildiniz için de göstermek zorundasınız. Çünkü cildinizden de besleniyorsunuz. Kesinlikle ağızdan alınan besinlere gösterilen hassasiyetin cildinizde kullanılan kozmetik ürünlerde de gösterilmesi gerekir. O nedenle yiyemediğiniz, içemediğiniz bir ürünü kesinlikle vücudunuza da sürmeyin, asla kullanmayın.

 

Soru 36: Hunza Vadisi’nin kadim sırrı neydi?

 

Fonksiyonel meyve kapsamındaki bütün ürünlerin çekirdeklerinden besin destekleri elde ediliyor ve her birinin işlevi farklıdır. Aslında omega yağı asitleri açısından bakıldığında hepsi için aynı şeyler söyleniyor gibi gelebilir ama omega yağı asidi dışındaki diğer bileşenler, yağın kompozisyonu, her üründe farklı bir değer verir. Örneğin, kayısı çekirdeği yağı çok değerli bir üründür. Kayısı çekirdeği yağının ilginç bir hikayesi vardır. 1960’lı yıllarda Avrupa’nın gençleri, o zamanlar hippi olarak adlandırılır, Katmandu’ya gitmeye çalışırlardı. Katmandu’ya giden yolculardan bir tanesi Hunza Vadisi’nden geçerken, Hunza Vadisi’nde insanların diğer dağlılara göre daha farklı olduğunu görür. Diğer dağlıların kırışık yüzlerine, yani yaşlarından çok daha fazla gösteren görünümlerine karşın Hunza Vadililerin pırıl pırıl, gencecik olduğunu, tek bir kırışıklıklarının olmadığını görüyor ve Hunza Vadisi sakinlerinin sonsuz gençliği keşfetmiş olduklarından şüpheleniyor. Katmandu yolculuğundan vazgeçiyor, Hunza Vadisi sakinlerinin sırrını çözmek üzere çalışıyor. Orada tam 3,5 yıl kalıyor, yapmadığı araştırma kalmıyor. Hunza Vadisi sakinlerinin, temizlenme davranışlarından tutun da beslenme alışkanlıklarına kadar her şeyine bakılıyor. En sonunda fark ediliyor ki, Hunza Vadisinde kayısı yetişiyor ve Hunzalılar kayısıyı yaşken taze olarak, kurutup kurusunu, çekirdeklerini kırıp içini yiyorlar, çekirdeklerinin içini ezerek çıkarttıkları bir yağı da ellerine, yüzlerine ve gerdanlarına sürüyorlar. Hunza Vadisi sakinlerinin güzel ciltlerinin sırrının kayısı çekirdeği yağı olduğu ortaya çıkınca, 1965’li yıllarda dünyada birden bire kayısı çekirdeği yağı patlaması olmuş.

 

Aslında Türkiye halkı Dünyanın en fazla kayısısını üretir. Tek başına Türkiye olarak Dünya kayısı üretiminin % 20-21’ini yaparız. Yani Türk hanımlarının hepsi kayısı çekirdeği yağında banyo yapabilirler. Ama nedense bugüne kadar pek fazla kullanılmamış.

 

Soru 37 : Yağ gibi olmayan yağ! Şeftali çekirdeği yağı

 

Şeftali çekirdeği yağı yağ gibi olmayan bir yağdır. Özellikle yağlı ciltler tarafından büyük bir hızda emilir. Şeftali çekirdeği aynı zamanda fonksiyonel meyvedir. Şeftali çekirdeği yağı alan insanlarda bağırsak kurdu vb. parazitler olmaz. Ama asıl önemli işlevi, cilt beslenmesinde kullanılmasıdır. Artık hiçbir şeyi emmiyor denilen, en ölü ciltlere bile nüfuz eder. Onun için şeftali çekirdeği yağı yaşlılarda, derisi herhangi bir şeye yanıt vermiyor denilen insanlarda çok etkili bir şekilde kullanılır. Zaten sürüldükten çok kısa bir süre sonra emilir, o nedenle yağ gibi olmayan yağdır.

 

Şeftali çekirdeği yağı, yağlı ciltler için, beslenmesi gereken yaşlanmış ciltler için, hele cilt vitamin vs ile beslenmek isteniyor ise taşıyıcı yağ olarak kullanmak için ideal bir üründür. Elde edilmesi zor bir üründür. Ama süper kritik karbondioksit ekstraksiyonuyla çok rahatlıkla çıkartılmaktadır. 1 ton şeftaliden sadece 50 kilogram şeftali çekirdeği, 50 kilogram şeftali çekirdeğinden de aşağı yukarı 2,5 kilogram şeftali çekirdeği içi çıkar. Bu 2,5 kilogramdan da neredeyse (1 ton şeftaliden) 100 grama yakın şeftali yağı çıkar. Çok değerli bir yağdır.

 

Soru 38: Kafkasların diğer bir sırrı kişniş ne işe yarar? Gaz giderici afrodizyak!

 

Buğday ruşeymi dışında Kafkasyalıların mutfaklarından asla eksik etmedikleri başka ürünler de vardır. Bunlardan bir tanesi de kişniştir. Kişnişi ezerek bütün geleneksel yemeklerinde sürekli kullanırlar, kişnişi kullanmadıkları bir yemek neredeyse yoktur. Kişnişin yine bu ileri teknolojiyle (süperkritik akışkanlarla ekstraksiyon yöntemiyle) yağı çıkartılmıştır. Kişniş yağının çok farklı işlevleri var. Çok ağır bir yemekten sonra alınan kişniş yağı bütün hazımsızlık sorunlarını giderebildiği gibi gaz sorunlarını da hallediyor. Özellikle bebeklerde ağızlarına damlatıldığı takdirde aynı işlevi görüyor. Ayrıca, kişniş yağının içerisinde, petroselinik asit denilen, üç çift bağ içeren bir madde, bir yağ asidi var. Bu yağ asitinin işlevleri çok çok önemli. Afrodizyak özelliğinden de bahsediliyor.

 

Soru 39: Meme ve prostat kanserinden sakınabilmek için ne kullanılmalı?

 

Aslında nar çekirdeği yağı bünyesinde %80 oranında punisic asit barındıran dünyanın ender yağlarından birisidir. Çocukluğumuzda bize, "Narın tek bir tanesini düşürmeden yerseniz cennetlik olursunuz.” derlerdi. Aslında bunda annelerimizin evi temiz tutma çabası yanında narın tamamının yenilmesinin önemini, değerini anlatma çabası vardı. Artık günümüzde narı yemek yerine genelde insanlar nar suyu içiyorlar ama nar çekirdeğinden elde edilen ürünleri de mutlaka besin desteği olarak almaları gerekiyor. Punisic asit meme ve prostat kanserinde kanserli hücrelerin kendi kendini yok etmesini tetikliyor. Bu husus bilimsel raporlarla ortaya konmuştur. O nedenle nar çekirdeği yağıyla gıda desteği sağlamak insanlarda çok ciddi bir korunma mekanizmasının önünü açabiliyor. Sürekli kullanmak şart değil. Onun dışında her yağ gibi nar çekirdeği yağının da ciddi bir antioksidan kapasitesi var, omega yağ asitleri var.

 

Soru 40: Gözaltı torbalarının giderilmesine ne iyi gelir?

 

Nar çekirdeği yağının içermiş olduğu maddeler göz altı torbalarının giderilmesinde önemli bir işlev görüyorlar. Dolayısıyla hem kozmetik amaçlı olarak hem de gıda desteği olarak nar çekirdeği yağı mucizevi etkiler sağlayan bir ürün olarak görülüyor.

 

Soru 41: Kayak yaparken yüzümüze ne sürelim?

 

Nar çekirdeği yağının başkaları tarafından bilinmeyen bir özelliği daha var. Kışın dışarı çıkarken kıpkırmızı olan burnunuza, kulaklarınıza nar çekirdeği yağını sürüp çıkarsanız, üşümüyorsunuz. Okyanusta yüzenlerin üşümemek için vücutlarına gres yağı sürmelerine benzetilebilir ama nar çekirdeği yağı büyük bir hızda emiliyor, öyle üstte yağ falan kalmıyor. Kısacası hem gıda desteği hem de kozmetik amaçlı olarak kullanılan çok önemli bir ürün.

 

Soru 42: Kaz ayaklarına ve kırışıklıklara karşı kuşburnu yağı!

 

Kuşburnu çekirdeği bünyesinde doğal retinoik asit bulunduran dünyadaki tek bitkisel yağdır. Retionoik asit A vitaminin vücutta dönüşmüş halidir. Cilt bakımında A vitamini çok önemli. A vitamini gıda desteği olarak da çok önemli. Retinoik asit vücutta dönüşüp, vücut tarafından kullanılacak hale gelmiş hali anlamına geliyor. Vücut gıda desteği olarak kullanılmasının yanında özellikle kaz ayaklarının giderilmesinde, ciltteki kırışıklıklarda inanılmaz işlevler görüyor. Bu ürünlerin hem gıda desteği olarak hem de kozmetik amaçlı kullanılması mucizevi etkiler yaratıyor. Hele nar çekirdeği yağıyla kuşburnu çekirdeği yağı karıştırılarak yapılan karışım yağını cilt bakım ve onarım seti olarak kullanın, inanılmaz önemli sonuçlar göreceksiniz.

 

Soru 43: Vişne çekirdeklerinden lohusa kemeri, boyunluk, yastık!

 

Aslında çok ilginç bir kullanım alanı var. Gelişmiş dünya bunları çok yakından tanıyor. Bu işlev, İşviçreli likör üreticileri tarafından keşfedilmiş. Likör üreten işçiler vişne likörü üretimi sırasında vişne çekirdeklerini çıkarttıkları zaman yıkayıp, bir torbaya koyup sobanın altında bırakırlarmış. Akşam İsviçre’nin o soğuğunda evlerine dönerken ceplerine koyup evlerine kadar üşümeden sıcacık giderlermiş. Çünkü vişne çekirdeklerinin ısı tutucu özelliği var. Bunu mikrodalgada iki dakika ısıttığınızda, 45 dakika boyunca size sabit ısı veriyor. Bel ağrılarında, boyun ağrılarında, lohusa kemeri olarak (özellikle lohusaların karnını bağlayıp sıcak tutmaları gerekiyor), inanılmaz şekilde kullanılır hale gelmiş. Likör fabrikasının patronu pencereden bakarken akşam çıkan işçilerin ellerini ceplerine sokup ıslık çalarak gittiklerini görmüş. Demiş ki, "Bu işçiler benim likörleri içiyorlar, yoksa akşamın bu soğuğunda ıslık çalarak gidemezler.”. İşçilere alkol muayenesi yapılmış, kimsede bir şey yok. Neden sonra anlaşılmış ki, ceplerine koydukları ısıtılmış vişne çekirdekleri sayesinde ıslık çalarak gidiyorlar. Olay ondan sonra Fransa’ya atlamış. Fransızlar bunu çok yoğun olarak kullanmışlar. Fransa’da hala yastık, boyunluk, kemer olarak kullanılır. Vişne çekirdekli boyunluk, yastık, kemer Türkiye’de de ilk defa imal edildi. Hatta Fransızlardan veya Avrupalılardan çok daha iyi imal edildi. Onların torbaları kaldırdığınız zaman bütün çekirdekler altında yığılır. Türkiye’de imal edilenler kanallı olarak yapıldı, torbalanmıyor. Mikrodalgada 2 dakika ısıtıyorsunuz, ondan sonra belinize, boynunuza sardığınızda uzun süre vücut sıcaklığında bir ısı ile o bölgenin ısındığını hissedebilirsiniz. Özellikle bilgisayar başında çalışanlar boyun ağrısından duramazlar ya, boyunlarına onu koyacaklar ve oturabilecekler.

 

Soru 44: Ruşeym, nar, şeftali, vişne çekirdeği yağı sabunları

 

Aslında bütün yağlardan sabun olur. Foksiyonel meyvelerin çekirdeklerinden elde edilen yağlarla yapılan sabunlar, bir çok özelliğini sabuna da taşır. Buğday ruşeyminden başka nar çekirdeği yağından yapılan sabunun özellikle egzamalı, kurumuş, çatlamış ciltler için çok büyük faydası vardır. Şeftali çekirdeği yağı sabunu özellikle yağlı ciltler için idealdir. Duştan çıkıp da hala kendini yağlı yağlı hisseden insanlara bir de şeftali çekirdeği yağı sabununu kullanmalarını önermek gerekir. Eğer cildiniz yağlı ise şeftali çekirdeği yağı bir mucizedir. Vişne çekirdeği sabunu, akneli, yani sivilceli, ergenlik sivilcesi çıkartmış insanların ya da o aşamayı geçiren insanların kullanıp da çok kısa süre içerisinde nasıl yararlarını gördüklerini herkese anlatacakları bir üründür. Kısacası fonksiyonel meyvelerin çekirdeklerinden elde guyhedilen yağların her birisinden sabun yapılır. Ama saf olmalıdır. O yağlar cilt bakımında hangi işlevleri görüyorsa sabunları da büyük ölçüde o işlevlere katkıda bulunur.

 

Soru 45: Anadolu’nun kadim mucizesi kantaron ruşeym yağı ile birleşince ne oldu?

 

Anadolu’da binlerce yıldır antiseptik olarak kullanılan bir ürün var: Kantaron. Anadolu’nun kadim mucizesi Kantaron Anadolu halklarını bu yüzyıla taşıyan bir başka kadim mucize olan ruşeym yağı ile birleşti. Genellikle Anadolu halkı kantaron yağını zeytinyağı ve prina yağının içerisinde çıkartır. Her evde bir şişe vardır. Yara, yanık, ezilme, kanama olduğu zamanlarda hemen onu damlatırlar. Ve en sağlıklı antiseptiklerden birisidir. Ciltte hasar bırakmadan tedavi eder. Buğday ruşeymi yağının içerisinde kantaron elde ederseniz kantaron yağı, o buğday ruşeyminin cilde verdiği bütün yararların üstüne kantaronun bütün yararlı etkilerini de ekler. Ameliyat izlerine kadar giderdiği tespit edilmiştir. Dolayısıyla ezik, yara, uçuk, özellikle yanıklarda kullanılır. Genellikle kimyasal antiseptikler mikropları öldüreceğim derken derileri, hücreleri de öldürürler. Aynı yara veya aynı yerdeki yaralanmalarda antiseptik sürülmeye devam ettikçe aynı etkileri göstermez denilir. Halbuki buğday ruşeymi yağında çözünmüş kantaron yağı deriyi besleyerek korur. Öyle olduğu zaman iz kalmadığı gibi daha süratli sonuç alınır.

 

Soru 46: Her anne çantasında ne taşımalı?

 

Avrupa’da her annenin çantasında kamamil denilen papatya yağı vardır. Bir şey olduğunda hemen kamamil damlatırlar. Bizim ülkemizin kamamili kesinlikle kantaron yağıdır. Kamamilden çok daha etkilidir. O nedenle herkesin çantasında bir tane buğday ruşeymi yağında çözünmüş kantaron taşınmalıdır. Herhangi bir şey olduğu zaman, eline diken de batsa, sivilce de çıksa, ağzında uçuk da olsa, hepsinde kesinlikle etkilidir. Üstelik yüzde yüz doğaldır. Binlerce yıldan beri de denenmiştir. Yalnız bilinmesi gereken şey, elde edilen yağın mutlaka ileri bir teknolojiyle, GMP’si olan, yani iyi üretim sertifikası olan bir işletmede ISO standartlarına uygun olarak, izlenebilir bir şekilde üretilmesi hususudur. Nerede üretildiği, nasıl üretildiği belli olmayan ürünler burada bahsettiğimiz etkileri hiç ya da aynı süratte göstermeyebilir. Burada ifade ettiğimiz hususlar sadece Süperkritik Akışkanlarla (Atmosferik Gazlarla) Ekstraksiyon Yöntemi ile elde edilmiş ürünler için geçerlidir.


IdeaSoft® | E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.